• 1912 Karşıyaka Derneği

KSK Basketbol

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KARŞIYAKA BASKETBOLU

1931 yılında Hamdi Bey’in basketbol ışığını yakması ile Karşıyaka’da başlayan basketbol sevgisi, 1945 yılından itibaren profesyonelleşerek devam etti. 1910 yılında İstanbul’daki işgal kuvvetlerinin Türkiye’yi basketbol ile tanıştırmasının ardından, başta İstanbul olmak üzere basketbol ateşi yavaş yavaş bütün şehirleri sarmaya başladı.

1931 yılında Amerikan Koleji’nde okuyan Karşıyakalı öğrencilerin girişimleri ile, Hamdi Bey’in önderliğinde kurulan takım, 1935 yılında kısıtlı olanaklar sebebiyle dağıldı.

1948 yılında İzmir Amerikan Kolejinde basketbol oynamış olan  Reşat Akkum’un basketbol öncülüğünde basketbol şubesi yeni yapılanmaya giderken, Reşat Akkum (ilk takım kaptanı), Beliğ Beler, Gencer Geçergün, Orhan Birer,  Selman Yaşar, Yüksel Böke, Ayhan Öngen ve Özer Salnur ilk basketbol takımının önemli isimlerinden oldu.

2. Dünya Savaşı sonrasında İzmir Körfezine gelen Amerikan askerleri ile sürekli maçlar yapan Karşıyaka, İzmir’de basketbolun yayılması ve sevilmesinde önemli bir rol oynadı. Yıllarca Altınordu ile büyük bir rekabet içinde olan Karşıyaka, 1952 – 1953 sezonunda ilk kez İzmir Şampiyonu oldu. İkinci olarak da 1957-1958 sezonunda İzmir Şampiyonluğunu elde etti.

1923 – 1945 yılları arasında İl Birincilikleri, 1946 yılından itibaren ise İstanbul, Ankara ve İzmir bölgelerinde devam eden basketbol faaliyetleri; mahalli lig maçlarıyla bu bölgelerin lig birincileri arasında oynanan Türkiye Basketbol Şampiyonası’na katılması ile ulusal düzeyde yapıldı.

1966 – 1967 sezonundan itibaren Türkiye Deplasmanlı Basketbol Ligi adı altında oynanan ligde, küme düşme kuralı uygulanmazken, Türkiye Kupası maçları da organizasyona aynı sene dâhil edildi.

1968  yılından sonra Deplasmanlı Lig’den kurulan 2. Lige düşen Karşıyaka, Tahir Türetken’in başkanlığında yeni yapılanma sürecine girdi ve 1974 yılında yeniden 1. Lig’e yükseldi. 1974 yılından itibaren 1. Lig’in önemli takımlarından olan Karşıyaka 1986 – 1987 sezonunda final serisinde Galatasaray’ı 2-1 ile geçti ve Lig Şampiyonu oldu. Aynı yıl Cumhurbaşkanlığı Kupası finalinde Beşiktaş’ı 74-66 mağlup eden Karşıyaka aynı sezonda müzesine iki kupa birden götürdü.

Altyapısı ile birçok önemli oyuncunun yetişmesine katkıda bulunan Karşıyaka, Türk Basketbolu’nun önemli isimlerinin yetişmesine katkıda bulundu. Ligin en uzun soluklu sponsorluklarından birine imza atan Karşıyaka, 1998 – 1999 sezonundan itibaren Pınar Karşıyaka olarak mücadele etmektedir.

1966 – 1967 sezonunda Deplasmanlı Basketbol Ligi’nin kurulması ile birlikte Türk Basketbolu’nda geride bıraktığı süreçte, Pınar Karşıyaka altyapısından yetiştirdiği oyuncular ile Türk Basketbolu’na birçok değer kazandırarak lokomotif takımlardan biri haline gelmiştir.

2010 – 2011 sezonunda FIBA Eurochallange Kupası’nda mücadele eden Pınar Karşıyaka çeyrek finalde elenmesinin ardından 2012 – 2013 sezonunda yeni bir yapılanmaya girerek, Eurochallange Final’i,  Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası ve Türkiye Şampiyonluğu elde ederek, 2014 – 2015 sezonunda tarihinde ilk kez THY Euroleague’de mücadele hakkı elde etmiştir.

9 Şubat 2014 tarihinde Ankara Spor Salonu'nda oynanan Türkiye Kupası finalinde Anadolu Efes'i 66-65 mağlup eden Pınar Karşıyaka, bu kupayı tarihinde ilk kez Ufuk Sarıca yönetiminde müzesine götürmüştür.

8 Ekim 2014 tarihinde Ufuk Sarıca yönetimindeki Pınar Karşıyaka Basketbol Erkekler Cumhurbaşanlığı Kupası finalinde Fenerbahçe'yi 77-75 yenerek kupayı müzesine götürmüştür.

2014 - 2015 sezonunda normal sezonu 2003 - 2004 sezonundan sonra ilk kez ilk 4 içinde bitiren Pınar Karşıyaka, çeyrek finalde Banvit'i, yarı finalde Fenerbahçe Ülker'i, finalde ise Anadolu Efes'i geçerek tarihinde ikinci kez kupayı müzesine götürmüştür.

 

Avrupa tarihi

Avrupa kupalarında, ilk olarak 1975-1976 sezonunda Koraç Kupası'nda Bulgaristan'dan Tcherno More Varna takımıyla eşleşen Pınar Karşıyaka, bir üst tura yükselememiştir.

En son 2002-03 sezonunda Erkekler Avrupa Şampiyonlar Kupası Güney Konferansı (A) Grubu'nda mücadele eden Pınar Karşıyaka, Yugoslayva'dan NIS Vojvodina Novi Sad, İsrail'den Hapoel Migdal Kudüs, Yunanistan'dan GS Peristeri Atina, Bulgaristan'dan Yambolgas Yanbolu ile Makedonya'dan BC Fersped Rabotniçki Üsküp ile aynı grupta yer almıştı. Yeşil kırmızılı ekip, grup maçlarını 4 galibiyet ve 6 yenilgiyle averajla 5. sırada tamamlamış ve elenmişti. Avrupa kupalarındaki son maçını 18 Aralık 2002'de deplasmanda Hapoel Migdal Kudüs'le oynayan Pınar Karşıyaka, rakibine 87-72 mağlup olmuştu.

Pınar Karşıyaka, bu yıla kadar Avrupa kupalarında oynadığı 50 maçta 18 galibiyet 32 mağlubiyet aldı. Bu müsabakalarda 3865 sayı atan yeşil kırmızılı ekip, potasında 4117 sayı gördü.

2010-11 sezonunda FIBA Eurochallenge Kupası'nda Türkiye'yi temsil eden Pınar Karşıyaka, çeyrek finalde kupanın favorilerinden Spartak St Petersburg takımına elenerek kupaya veda etmiştir.

Pınar Karşıyaka, 2012-13 sezonunda Avrupa'da EuroChallenge Kupası'nda mücadele etmiştir. FIBA'nın Avrupa basketbolundaki 3 numaralı kupası olan EuroChallenge'daki başarılı sonuçları neticesinde dörtlü final oynamaya hak kazanmıştır. İzmir'de Pınar Karşıyaka ev sahipliğinde düzenlenen dörtlü finalin yarı final ayağında Alman Basketball-Bundesliga ekibi EWE Baskets Oldenburg'la karşılaşmış ve rakibini 66-62 yenerek finale yükselmiştir.[5] Finalde Rus temsilcisi Krasnye Krylia ile karşılaşmış ve rakibine 76-77 yenilerek EuroChallenge Kupası'nı 2. olarak noktalamıştır.[6]

2013 - 2014 sezonunda ilk kez ULEB EuroCup'ta mücadele etme hakkı kazanan Pınar Karşıyaka kupaya son 32 gruplarında 2 galibiyet 4 mağlubiyetle veda etmiştir.

2014 - 2015 sezonunda tekrar ULEB EuroCup'ta mücadele eden Pınar Karşıyaka bir sezon önceki performansının aksine son 32 gruplarında 6 galibiyetle grubunu lider tamamlayan Pınar Karşıyaka son 16 turunda Lietuvos Rytas'ı geçerek tarihinde ilk kez ULEB EuroCup'ta çeyrek final yapmasına rağmen Herbalife Gran Canaria'ya elenerek Avrupa macerasını tamamlamıştır.

2014 - 2015 sezonunu şampiyon olarak tamamladıktan sonra 2015 - 2016 sezonu için B Lisansı alarak EuroLeague'te oynamaya hak kazanmıştır.

2015 - 2016 sezonu Basketbol Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Umana Reyer Venezia'yı ilk maçta 74-71 yenmesine rağmen ikinci karşılaşmada 74-66'lık skorla yenilerek elenmiştir. Basketbol Süper Ligi'ni 47 puanla 6. sırada tamamlayarak playoff'a kalmıştır.

2017 - 2018 sezonu Basketbol Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Ucam Murcia'ya 2 maçta da yenilerek elenmiştir. Aynı yıl Türkiye Basketbol Ligi'ni 42 puanla 10.sırada tamamlamıştır.

2020 - 2021 sezonuna 11'de 11 galibiyet serisi yakalayarak kulüp tarihi rekorunu Ufuk Sarıca yönetiminde kırmıştır. Aynı sezon içerisinde ING Basketbol Süper Ligi 23.Hafta Büyükçekmece Basketbol karşılaşmasında 117 sayı atarak lig içerisindeki bir takımın kaydettiği en yüksek skora ulaşmıştır.

Altyapı

Pınar Karşıyaka'nın altyapısı Selçuk Yaşar Spor Tesisleri'nde U9-U10-U11-U12-U13-U14-U15-U16 ve BGL(Basketbol Gençler Ligi) takımı olarak faaliyetlerine devam etmektedir.

Son olarak U16 takımımız 2023-2024 sezonunda Türkiye Şampiyonluğunu kazanmıştır.

SEZONLARA GÖRE TABLO :

Karşıyaka ve Basketbol

Mert UYAR

 

  1 Kasım 1912’de Karşıyaka Mümarese-i Bedeniye olarak kurulup, bugünkü adıyla Karşıyaka Spor Kulübü olarak faaliyetini sürdürmekte olan, sayısız genci sadece futbolla değil sporun pek çok branşıyla tanıştıran, gençleri Karşıyakalılık bilinciyle sportmen birer birey olarak yetiştiren Türkiye’nin yüz akıdır canımız kadar sevdiğimiz kulübümüz. Atatürk, kulüp faaliyete geçtikten sonra 13 Ekim 1925 ve 24 Haziran 1926 tarihlerinde kulübümüzü iki kez ziyaret edip ve şeref defterimize hislerini aktarmış, gördüğü gençliğe hayran olduğunu yazmıştır. Takımımızın İzmir Ligi şampiyonluğu vesilesiyle yaptığı ikinci ziyaretinde, futbolda yabancı takımları gol bile yemeden mağlup ederek şampiyon olduğunu duyunca, kulüp amblemine bayrağımızın ay yıldızının konmasını emretmiştir. Bu bağlamda Atatürk’ün isteğiyle ay-yıldızı taşıyan tek kulüptür Karşıyaka Spor Kulübü… Tarihi boyunca, pek çok değişik branşta faaliyetlerini arttırarak devam eden Karşıyaka Spor Kulübü, 1930’lu yılların başında, sonradan damgasını vuracağı basketbol branşını kurmuştur. İzmir’de basketbol denince akla ilk gelen isimdir KSK. Dahası İzmir’in yeşil-kırmızılıları Türkiye’de basketbolün en önemli temsilcilerinden biri olmuştur her zaman. Karşıyaka basketbolünün 1931’de başlayan ve günümüze kadar gelen macerasında birçok başarıları ve unutulmaz maçları olmuştur yetiştirdiği oyuncularıyla, kazandığı kupalarla ve basketbolü çok iyi bilen seyircisiyle, kurulduğu günden bugüne basketbolla özdeşleşen bu semti ve takımının tarihini bize, kulübümüze çok emekleri geçmiş olan büyüklerimiz Tahir Türetken ve Ateş Özerk anlattı.

  Karşıyaka’da basketbolün temelleri, o zamanlar Buca’da bulunan Amerikan Koleji’nde okuyan başta Hüdai Bey olmak üzere bir grup Karşıyakalı öğrenci tarafından atılmıştır. Gençler basketbol oynamaya başladıktan kısa süre sonra Hüdai Bey’in gayretiyle basketbol şubesi kurulmuş fakat İzmir’de o zamanlar tek salon olan Amerikan Koleji’nin salonunun 1935’te kapanmasıyla çabalar sonuçsuz kalmıştır. Bir süre sonra, Karşıyaka’da spor salonu yapılmasıyla birlikte yeniden açılan şube sayesinde gençler basketbol oynamaya devam etmişlerdir. Uzun çalışmaların sonucunda Saint Joseph’te okuyan Reşat Akkum (ilk takım kaptanı), Selman Yaşar, Yüksel Böke, Ayhan Öngen ve Özel Salnur Karşıyaka’nın ilk basketbol takımını oluşturmuştur.

Tahir Türetken’in de idareci olarak görev aldığı daha sonraki yıllarda basketbolün okullara girmesiyle birlikte bu spora ilgi oldukça artmıştı. Karşıyaka Lisesi ve Namık Kemal Lisesi’nden Çetin Taşkıngenç ve Çetin Uziş gibi genç oyuncular yetişti. Kurulma aşamasından sonra yıllarca Altınordu ile büyük rekabet yaşayan Karşıyaka, ilk kez 1952-53 senesinde İzmir şampiyonu oldu. O yıllarda basketbol bölgesel ligler seviyesinde oynanıyordu. 1949-1952 yıllarında Ünal Büyükaycan ve o senelerde altyapıdan yetişen Gencer ve Basri de ilk şampiyonluğu gören bu takımda oynamışlardı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan savaş gemileri İzmir Körfezi’ne geldikleri zamanlar Karşıyaka basketbol takımının savaş gemilerine gidip Amerikalılarla maçlar yapması bu dönemin önemli olayları arasındadır. Amerikan gemilerinin İzmir’e gelmesi daha çok insanın bu oyunca tanışmasına ve oyunu daha çok sevmesine sebep olmuştur.

Sadece oyuncular değil birçok kişi de takımlarını izlemek için Amerikan gemilerine gitmiştir.

Bölgesel ligler döneminin ardından 1966 yılında Milli Basketbol Ligi kurulur. İki sezon sonra  Milli Lig’den küme düşen ve kısa bir süre gerileme dönemi yaşayan Karşıyaka basketbolü tekrar yapılanmaya gider. Dönemin oyuncuları Ateş Özerk, Yıldırım Karakaplan, Sezai Engür, Arif Ergür’ün başkanlığa gelmesini isterler. Arif Bey bu görevi kabul ettiyse de kısa süre sonra işleri yüzünden görevi bırakmak zorunda kalmıştır. Arif Ergür görevi bıraktıktan sonra aynı teklif Tahir Türetken’e de yapılmıştır. Türetken bu görevi kabul etmiş ve 1970 yılında göreve başlamıştır. Türkiye’de ilk kez özerk şubeyi tenis ve yelken şubeleriyle kuran Karşıyaka aynı uygulamayı basketbol için de yapmıştır. Tahir Türetken, Secder Akıncı ve Ateş Özerk’in de aralarında bulunduğu yönetim, göreve geldikten sonra basketbol şubesini yeniden düzenleyip, 3 yıllık bir plan yaparak kulübe ilave bir mali yük getirmemeyi hedeflemişlerdir. Bu yeniden yapılanma döneminde altyapının başına Atakan Karakaplan, A takımın antrenörlüğüne önce Yüksel Böke kısa bir süre sonra da Somer Terzioğlu getirilir.

  İkinci Lig’de Eczacıbaşı’yla çekişen Karşıyaka, 1971-1972 ve 1973-1974  sezonlarında Birinci Lig’e çıkamadıysa da ertesi sene, 1973-74 sezonunda Birinci Lig’e çıkmayı başardı. Karşıyaka ikinci Lig teki son mücadelesini yaptığı 1973-74 sezonunda takımın başına antrenör olarak Aydan Siyavuş’u getirmiş ve Siyavuş’la birlikte Efe Aydan'ı takıma kazandırmıştır. Galatasaray'dan Ali Akatlı (Cımbız Ali), Altınordu’dan Mehmet Soyer, Altay’dan da Firuz Koçaş transfer edilirken altyapıdan gelen Tayfun Candaş, Nuri Sakal, Deniz Bengisu, Rıfkı Sezek, Fuat Yamangil, Ömer Aktaşlı, bir kadro kurulur. İlk defa o sene, Birinci Lig’e çıkma mücadelesi veren  bir kadro kırılır. Karşıyaka'ya  METAŞ şirketi maddi olarak destek oldu. Tahir Türetken’in büyük destekleriyle 1972 yılından 1983'e kadar tek başına, 1988’e kadar da Tuborg ile birlikle takıma sponsor olan  METAŞ, Karşıyaka basketbolünün ilerlemesi ve Türk basketbolunda söz sahibi olmasına en büyük katkıyı vermiştir. METAŞ'ın verdiği destekle birlikte takımımız Birinci Lig'e çıkmayı başardı. Ardından da 1974-1975 sezonunda ligde 3. olarak  genç kadrosuyla büyük bir başarı elde etti. O sene genç ağırlıklı bir kadroyla mücadele eden Kaf-Kaf ertesi sezon Şekerspor'dan Nadir Vekiloğlu ve Necmi Tonu transfer etmiş ve kadrosunu iyice güçlendirmişti.

Nadir Vekiloğlu 1975 senesinden 1984 yılına kadar Karşıyaka forması giydi ve jübilesini yeşil-kırmızılı formayla yaptı. Antrenör olarak da tarihî başarılara imza attı ve Karşıyaka baskebolunun unutulmazları arasına girdi. Takımımız, 1974-73 senesinde de ligi 2. sırada bitirerek Avrupa Koraç Kupasında oynama hakkını kazandı. Karşıyaka, ilk kez katıldığı Avrupa kupaları macerasında 1975-1976 sezonunda Bulgaristan'ın Varna takımıyla oynadı ve biraz da tecrübesizliği yüzünden ilk turda elenerek Koraç Kupası’na veda etti. Daha sonraki senelerde de kupalara katılan Karşıyaka ülkemizi Avrupa da başarıyla temsil etti.

Altyapıdan çıkardığı gençlerle başarılı olmayı ilke edinen Kaf Sin Kaf, temelini yeniden düzenlenme döneminde attığı altyapının meyvelerini ’70’li yılların sonuna doğru toplamaya başlamıştı. Bu yıllar, uzun sürecek altyapı başarılarının temellerinin atıldığı, küçük, yıldız ve genç takımlarımız altyapıda kupalara abone olduğu bir dönemdi. Altyapıdaki bu başarısını, yetiştirdiği gençleri A takım kadrosuna katarak taçlandıran Karşıyaka, 1975 yılından sonra düzenli olarak her yıl kadrosunda altyapısından oyuncu bulundurdu. Karşıyaka'nın gelmiş geçmiş en güçlü ilk beşlerinden biri olan Hüseyin, Şadi, Nadir, Osman, Tayfunun hepsi de milli takımlara gitmiş, Nadir A Milli, Hüseyin, Şadi, Osman Genç Milli ve Tayfun’da Ümit Milli takımında görev almışlardı. Karşıyaka altyapıya gerekli önemi vermenin neticesi olarak kadrosuna sürekli altyapısından oyuncular katıyor, nicelerini de yetiştiriyor ve Türk basketboluna armağan ediyordu. Atakan Karakaplan önderliğindeki Karşıyaka Yıldız ve Genç takımı Türkiye şampiyonu olmuştu. Bu başarının sırrını merak eden gazeteci Yalçın Granit, Karşıyaka’ya gelerek KSK yönetimiyle bir röportaj yapmış, Milliyet gazetesinde yayımlanan o röportajdan sonra, altyapıdaki başarılı modelimiz tüm İstanbul kulüplerine ve Türkiye’ye örnek olmuştu.

Karşıyaka bu yıllarda hem Avrupa kupalarında mücadele ediyor hem de ligde her sene üst sıralara oynuyor ve bunu da neredeyse tamamen kendi altyapısından çıkardığı gençlerle ba-şarıyordu. Karşıyaka ligde o zamanın büyük bütçeli ve güçlü takımları olan Eczacıbaşı, Galatasaray ve ITÜ ile başa baş mücadele edebilen yegâne takımdı. Bu istikrarın ardında yatan bir diğer etken ise yöneticilerin son derece özverili çalışmasıydı. Özerk bütçe son derece planlı olarak düzenleniyor, yöneticilerimiz sponsor desteğinin dışında çeşitli organizasyonlar düzenleyerek takıma ek gelir yaratmaya çalışıyorlardı. ’80’li yıllarda hazırlık maçları için Bulgaristan’a gidiliyor, oradan ipek alınıp, burada satılıyor ve şubeye gelir getirmeye çalışılıyordu.

1980’lerde Karşıyaka basketbol dünyasındaki ağırlığını giderek artırmaya başladı. 1983-1987 sezonları arasında kazanılan üçüncülüğün, ikinciliğin ve nihayet şampiyonluğun hep altyapıdan gelen oyuncularla kazanılması da Karşıyaka’yı, benzer sonuçları alan rakiplerinden ayıran etkenlerden biriydi. 1983-84 sezonunda, “Baba Melvin” dediğimiz Melvin Davis Karşıyaka’ya geldi, ardından da 1983’desponsorumuz olan Tuborg’un desteğiyle ABD’li guard Tyrone Black... Artık KAFKAF’ın ayak sesleri tüm Türkiye’de daha bir gür duyulur olmuştu. 1984 senesinde play-off ta Efes Pilsen ile oynanan final, Karşıyaka mucizesini gözler önüne seriyordu. Üç maç üzerinden oynanan seride evimizde kazanmamıza rağmen, dışarıda daha farklı yenildiğimiz için üçüncü maç İstanbul’da, Spor Sergi Sarayı’nda oynandı. Takımlarını şampiyon olarak kucaklamak isteyen yüzlerce Karşıyakalı taraftar, kendi maçlarını bile dolduramayan İstanbul takımlarını şaşkına çevirmişti. Bu ve bunun gibi nice deplasmanlar, Karşıyaka’nın güçlü basketbol kültürünün ve taraftarının bu oyunu ne kadar iyi bildiğinin ve sevdiğinin işaretiydi. Şampiyonluk için her şey tamamdı ama Karşıyaka o gün kaybederek, şampiyonluğu rakibine vermişti.

Bu final aslında yaklaşan daha büyük başarıların da habercisiydi. 1985-86 sezonunda, daha önce Efes’te oynamış olan Doğan Hakyemez, Karşıyaka forması giydi ve jübilesini burada yaptı. Bozulmadan gelen güçlü kadrosuna Dodo’yu da ekleyen Karşıyaka, yine çok iyi bir sezon geçiriyor fakat mutlu sona bir türlü ulaşamıyordu. O sezon gelen ikincilikten sonra 1986- 87 sezonu Karşıyaka’nın yıllardır sürdürdüğü tüm çalışmaların karşılığı olacaktı. Artık ayak sesleri gümbür gümbür geliyordu.

Sezona, yıllardır süren istikrarlı çıkışına rağmen, birçok problemle giren Karşıyaka’nın o seneki kadrosu Tuğrul, Suat, Cihangir, Birtan, Murat, Ziya, Nihat, Ediz, Necmi ve iki Amerikalısı olan Melvin Davis ve John Whiley’den oluşuyordu. O sezon takıma yeni katılan John Whiley 2.06 boyunda, 4 numaralı pozisyonda oynayan skor gücü yüksek, ribauntlarda etkili, savunmacı ve atletik bir oyuncuydu. Takımın antrenörü ise jübilesini Karşıyaka’da yapan Nadir Vekiloğlu’ydu. Ancak göz kamaştıran bu kadro seneye tam hazırlanmış olarak girememişti. Fakat sezona başladıktan sonra, Basketbol Federasyonu’nun düzenlediği Amerika turnesi Karşıyaka’ya yaramış, performansını arttırmaya başlamıştı. Karşıyaka normal sezonda yirmi bir galibiyet dokuz mağlubiyet aldı. Play-off un ilk turunda ITÜ’yü eleyen Karşıyaka daha sonra Beslen Makarna ve en son finalde Galatasaray ile karşılaştı. Karşıyaka Türkiye Basketbol Ligi’nin finalinde o sene play-off a son sıradan girebilen ve büyük sürpriz yaparak finale kadar gelen Galatasaray’ı 88-90, 99-87 ve 74-66’lıkk skorlarla, seride 2-1 yenerek mutlulukların en büyüğünü yaşadı. Turgay Demirel, Nihat tziç ve ABD’li Dawkins’in sırtladığı Galatasaray, favori gösterilmemesine rağmen finale kadar çıkmış ama Karşıyakamız kupayı almasını başarmıştı. Son maçın oynandığı 4 Nisan 1987 Cumartesi ise, yaşayabilenler için unutulmayacak bir gün olmuştu. İstanbul takımlarından başka takımın şampiyon olamayacağı düşünülen ligde, herkesi yanıltarak kupaya uzanan Karşıyaka, taraflı tarafsız bütün alkışları toplamıştı. Herkesin gıpta ettiği kendi gençlerinin çoğunlukta olduğu bu kadroyla, bir hafta sonra Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı da Beşiktaş’ı farklı yenerek alan Karşıyaka, o sezonu çift kupa alarak tamamlıyordu.

Bu sezondan sonra Karşıyaka, basketbolda Avrupa’nın en büyük kupasında oynamaya hak kazandı. 1987-88 sezonunda Avrupa’nın en büyük kupasında oynamayı başardık. Sadece şampiyonların oynayabildiği kupada, iki ön eleme turunda, son sekiz takım arasına kalma maçında, Pau Orthez’e İzmir’de son saniye basketiyle, Fransa’da da farklı yenilerek elendi. Türkiye’ye döndüğümüzde ise, o sene Basketbol Federasyonu önemli bir kural değişikliğine giderek yabancıların Türk statüsünde oynamasını zorlaştırdı ve yabancı oyuncuların Türk statüsünde oynayabilmeleri için altyapıda mücadele etmiş olmaları şartım getirdi. Bunun üzerine Melvin Davis de Türk statüsünden çıkmak zorunda kaldı. Önemli oyuncularımızdan Cihangir de Çukurova’ya transfer oldu. Kadromuzdan ilk firemizi verdik. O sene yabancı sayısının da bire indirilmesi Karşıyaka’nın bütün planlarını bozdu. Sadece Avrupa kupaları için gelen Amerikalı oyuncu Dwight sakatlandı ve sezonun çoğunu oynayamadan geçirdi. Eğer o sezon, Avrupa kupaları için getirilen yabancımız uyum sağlayabilseydi, belki de Pau Orthez’i eleyebilirdik. Fransız ekibini eleseydik, Avrupa kupalarında çeyrek finale kalma başarısını gösteren ilk takım olacaktık.

Şampiyonluk senesindeki yabancımız olan uzun forvet John Wiley’yi ise takımda tutamadık. 1989-90 sezonunda, Cihangir Başarandan sonra altyapıdan çıkan bir diğer oyuncumuz Birtan Saka’yı da Vestelspor’a kaptırdı. 1988-89 sezonunda Baba Melvin’in ayrılışı, yıllarca büyük destekte bulunan METAŞ’ın sponsorluktan çekilmesiyle Karşıyaka ligde zor günler geçirmeye başladı ve ligde kalmayı, son maçta o sezonu şampiyon olarak tamamlayan Eczacıbaşı’nı yenerek başardı. ’80’lerın sonu ’90’ların başı ligde önemli değişimlerin yaşandığı yıllardı. Pek çok dev şirket inanılmaz yatırımlarla basketbola girmışti. Nasaş’ı satın alarak kurulan Ülker, basketbolda marka olma hedefiyle yola çıkan Tofaş, Kayseri’yi canlandıran Meysu, Mavi Jeans sponsorluğuyla yükselen Ortaköy, daha önceden yatırım yapmakta olan Paşabahçe, Çukurova Mersin, Beslen Gaziantep, Kombassan Konyaspor, Netaş, Tuborg gibi takımlarla lig son derece çetin mücadelelere sahne olmaya başlamıştı. Bu yıllarda Karşıyaka kayıplarına rağmen altyapıdan çıkardığı gençleriyle ve bulduğu genç yabancılarıyla ligde orta sıralarda yer alıyor, her şeye rağmen müthiş taraftar desteğiyle dev bütçeli takımlara kafa tutuyordu.

Karşıyaka’nın müthiş başarılı bir altyapısı olmuştu ama altyapı başarısı bir yana, ’80’lerin Türkiye koşullarında zaten kadroyu yabancıyla doldurmak diye bir kavram yoktu. Takımlar ya toplama yerli oyuncularla dolduracaktı ya da oyuncularını kendi yetiştirecekti. Hatta bir yabancı oyuncuyu bile getirebilmek çok zordu. O günlerin içine kapanık Türkiyesi’nin çok daha önemli iç sorunları vardı. Çok partili hayata geçişten sonra Demokrat Parti ile başlayan çalkantılı dönem, her on yılda bir gelen darbeler, ekonomik istikrarsızlık, toplumda her geçen gün artan kutuplaşmalar ve kavgalar ülkeyi iyice germişti. O günün Türkiye’sinde siyasi durumun son derece karışık ve kötü bir halde olması, demokrasi ve rejimin darbelerle korunma çabası çıkmazı büyüten etkenlerdi. Birbirinin adeta ideolojik kopyası olan partilerin iktidarı ve koalisyonlarında Türkiye iyice bölünüyor ve kamplaşıyordu. Bu ortam bahane edilerek 12 Eylül 1980 darbesi sonrası geçici hükümetten sonra başa gelen Özal hükümetiyle birlikte önemli değişimler yaşandı. En önemliye nitiklerden biri serbest piyasa ekonomisine geçilmesiydi. Döviz ithalatı ve ihracatı serbest bırakıldı. Türkiye dünya ile daha yakın ekonomik ve ticari ilişkiler kurmaya başladı. Bu, ülkemiz için yepyeni bir olaydı: dışarıya açılmak, ithalat-ihracat yapmak, yabancı ürünler alabilmek, satabilmek, Türkiye’de yabancı marka ürünler görmek...

Bu süreç etkilerini her alanda olduğu gibi basketbolda da göstermeye başladı ve takımların yabancı oyuncu, bilhassa da Amerikalı oyuncu transferleri kolaylaştı. O dönemlerde iyi gibi görünen bu olay, daha sonraları çok tartışılan yabancı oyunculara tanınan ve bitmeyen kredi, bunun yanında Türk oyunculara azalan güven, sorumluluk vermekten kaçınma gibi problemleri doğuracaktı. 1970 yılında başladığı altyapı yatırımının meyvesini 1980’lerde toplamaya başlayan Kaf Sin Kaf, şampiyon olana kadar bir kere final oynarken, ligi iki defa da 3. sırada bitirdi. Giderek artan başarıların taçlanması 86-87 sezonuna denk geldi. Karşıyaka altyapıya yaptığı uzun yatırımların sonucunu alıyordu. işin aslına bakılırsa bu, bir sonuç değil başlangıçtı. Karşıyaka adım adım ileriye götürdüğü hedeflerin yıllarca semeresini alması gerekirdi. Ancak normalde şampiyonlukların başlangıcı olmasını umduğumuz bir dönem, oyuncularımızın daha büyük paralar karşılığı başka takımlara transfer olmasıyla ahengini yitirdi. Buna ilaveten 19901ı yıllara girilmesiyle birlikte, mu- esseselerin basketbola yatırımı arttırması, Tofaş, Ülker gibi dev şirketlerin piyasaya girmesi, bir anda dudak uçuklatan bütçe ve bonservislerin telaffuz edilmesine sebep olmuştu.

Özerk şube yapısını da o dönemlerde terk eden Karşıyaka, spor kulübü olma zorluklarından dolayı basketbol bütçesinde kısmalara gidiyor, mevcut bütçesi bile yetmezken, azalan bütçesi de durumu daha olumsuz hale getiriyordu. Büyük başarılara gitmeyi beklerken, Karşıyaka’mızı bekleyen zor günler geliyordu. Saman alevi gibi parlayan takım, iyi sonuçlar alsa da istikrarlı olamıyor ve ligde tutunma mücadelesi veriyordu. Ülkenin en kötü dönemlerini yaşadığı zamanda son derece istikrarlı olarak yükselen Karşıyaka, bunun meyvelerini toplayamadan 90 larda zor ve sıkıntılı yıllar yaşamaya başladı. Basketbola yatırım yapmaya başlayan güçlü müesseseler, hem altyapıya yatırım yapıyor hem de kadrolarına son derece iyi oyuncular getiriyor, transfer piyasasının inanılmaz fiyatlara yûkselmesine  sebeb oluyordu.

Bu yıllar deyim yerindeyse tam bir müesseseler hegemonyası altında geçti. Nasaşın yerini alan Ülker, Efes Pilsen, Tofaş, Tuborg, Netaş, Kombassan, Meysu, Mavi Jeans, PTT ligj fabrikalar ligine dönüştürdüler. Basketbol liginden çok Türkiye'nin sanayi hamlesi gibiydi ortaya çıkan görüntü. Yiyecek içecek otomotiv, iletişim, tekstil gibi her sektörün önde gelenlenleri mevcuttu. Bu dönemde de aslında Karşıyaka’nın altyapısı son derece iyi çalışıyor, kulüp altyapıdan çıkardığı genç yeteneklerini tecrübelı oyuncularıyla birleştirebiliyordu. İsabetli Amerikalı seçimleriyle de ligde play-off a kalıyor fakat fazla ileriye gidemiyordu. Her sene yepyeni gencecik oyuncularını basketbol denizine çıkarıyor ve bu tecrübesiz oyuncularına güvenerek paralı askerlerle başarı arayanlara inat prensiplerinden taviz vermiyordu. Sonradan Türk basketboluna damgasını vuracak Faruk ve Hüseyin Beşok kardeşler, Mustafa Agme, Mert lldeş, Koray Karaman, Burak Sezgin, Levent Türknas, Tolga Tosun Murat Güçyener, Timuçin Gencer, Umut Kocaturk, Serdar Bozkurt, Yılmaz Karakoç, Arda Vekiloğlu, Güven Esmer, Kaya Peker, Adem Ören, Burak ve Buğra Gacemer kardeşler gibi bu o dönemde Karşıyaka altyapısından yetişmişlerdir. Bu yıllarda en  büyük problemimiz çok büyük paralar teklif edilen oyuncularımızı elimizde tutamamak olmuştur. Bu zamanlarda yetişen oyuncularımızdan örneğin Faruk Beşok Fenerbahçe ye Hüseyin Beşok Efes Pilsen’e, Burak Sezgin Galatasasaray’a, Arda Vekiloğlu ve Kaya Peker Efes Pilsen’e gitti. Kadrolarımızı koruya bilmiş olsaydık belki de yine altyapıdan çıkardığımız oyuncuların takviyesiyle şampiyonluğa oynayabilirdik.

Bu dönemde yaşadığımız bir diğer problem, 1995 yılında basketbol şubesinin tekrar kulübe bağlanması ve bunun sonucu altyapıya fazla ödenek ayrılamamasıdır. Bu karar bellki de çağlayan altyapımızı durdurdu. Zaten elimizdeki oyuncuları tutamazken, böyle bir karar şubenin önünü bütünüyle tıkadı. Halbuki aslında tam da şampiyonluk zamanındaki oluşunu benzer bu oluşum vardı Bu kadar potansiyelli bir altyapıdan çıkan tecrübesiz ama yetenekli genç, oyuncular, altyapıdan çıkmış tecrübeli oyuncular ve getirilen isabetli yabancılarla aslında gerçekten kuvvetli kadrolar oluştura biliyorduk.

  1990'ların sonlarına geldiğimizde. Karşıyaka da altyapının gücü azalmaya başlamıştı. 1996 yılında Tuborg kendi takımını  kurunca sponsorluğumuzu bıraktı Eles Pilsen e rakip olarak ortaya  çıkarıldığını düşündüğüm bu takım, Karşıyaka Basketboluna zarar vermekten başka bir şey değildi Zaten. başarı olarak Efesin yanına bile yaklaşamadı ve kısa zamanda kaybolup gitti. Hep orta karar geçen 90’lı yılların ardından Karşıyaka biraz hareketlenir gibi oldu ve Murat Didin yönetimindeki genç kadrosuyla ilk atılımını yaptı. Bu kadronun, özellikle kadrosunu inanılmaz yıldızlarda dolduran Fenerbahçe ye, İzmir de verdiği ders yıllarca unutulmayacak cinstendi. Heyecanla beklenen 2000 li yıllar gerçekten güzel başlamıştı. Pınar Karşıyaka, Ergin Ataman'ı baş antrenörlüğe getirmiş, Nadir Vekiloğlu da menajerimiz olmuştu. Ergin Ataman. Makedonya Milli Taunu yedek oyun kurucusu Vrbica Stefanov’u, Rus forvet Zakhar Pashutin'i ve tecrübeli pivot Mirko Miliçeviç ı getirdi. Alpay Öztaş. Faruk Rasna da kadroya dahil olan Türk oyunculardı. Kadromuz ise, ilk beş. Stefanov-Pashutin-Alpay-Kaya-Miliçeviç şeklindeydi. Yedek bankında Levent Türknas, Burak, Faruk, Güven, Adem bulunuyordu. Karşıyaka o sene ilk yedi maçını kazanarak, hem de öyle sıradan değil, şampiyonluk adaylarının hepsini ezerek tüm Türkiye’nin dikkatlerini uzerine toplamıştı. Sırasıyla İTÜ, Beşiktaş, Galatasaray, Tofaş, Efes Pilsen, Ülkerspor, Troy Pilsner galibiyetleri salona girmeyi başaran ve salona giremeyen binlerce Karşıyakalıyı coşturuyordu. Bu süreçte alınan galibiyetler Tofaş ve Efes Pilsen baş antrenörlerini istifa ettirmişti. Aydın Örs’ü istifa ettiren maç ise, aslında o sene bizim ateşimizin sönmesine neden olmuştu. Efes Pilsen Ayhan Sahenk Spor Salonunda, 61-72 yenerek çok önemli bir başarıya imza attı takımımız. O günün farklı olduğu oraya akın akın yaklaşık yedi yüz civarı Karşıyakalı taraftarın oluşturduğu, atmosferden belliydi. Örs’ten boşalan yere ise Ergin Ataman getirildi. O sene anlaşma gereği, Ergin Ataman Efes Pilsen'de koltuk boşalırsa Efes’e dönecekti. Bu değişiklik sezon ortasında takimin benzinin de bitmesine sebep oldu. Ligde ise dördüncü sırada bitirdiğimiz normal sezondan sonra, play-off ta Beşiktaşla eşleştik. Sezon ortasında çok çetin bir deplasman oynadığımız Beşiktaş’a ikisi evimizde olmak üzere üç kez yenilerek play-off çeyrek finalinde elendik. Bir kısmı rüya gibi olan bir sezon bit- ti, arkasından ise bize onu anmak düştü.

Daha sonra ise Karşıyaka ligde yine orta sıra mücadelesi veren bir takım görüntüsüne büründü. Pek azımız hatırlar ki o sene Saporta Kupası’nda oynadık. Pivorvarna Lasko, Sloven- ya takımını orada yenerek grup maçlarına başlamamıza rağmen ne Yunan Maroussi, ne Fransız Chalon ne de İspanyol Valencia’ya direnebildik. O kadar şanssız bir gruptaydık ki, grubumuzun ilk üç takımı olan bu saydığım takımlar yarı final oynadı. Bu zor grupta bir galibiyet farkla son on altı takım arasına kalmayı başaramadık. 1999-00 sezonunda baş gösteren parasal sorunlar artarak devam etti. 2001-02 sezonunda Basketbol Federasyonu ani bir kararla düşmeyi kaldırdı. Tam bir kayıp sezon oynandı o yıl. Bana kalırsa o sezon müthiş bir fırsat harcandı boşa gitti. Bu yıllarda altyapıdan hiç genç oyuncu çıkaramayan takımımızın on iki kişilik kadroda altyapılardan sadece Burak ve Buğra Gacemer ile İTÜ altyapısından gelen Ufuk Yanar bulunuyordu. Oysa başka bir yaklaşım geliştirilse o günkü koşullar çok iyi bir fırsata çevrilebilirdi.

Bu noktada, azalan sponsor desteklerimiz, zayıflayan altyapı gücümüz bizi başka çözümlere götürdü. Öyle ki zayıflayan altyapımızdan bir süre oyuncu çıkaramadık. Altyapıda iyi oynayan bazı oyuncularımız bile bazen A takım seviyesinde yetersiz kaldı. Hal böyle olunca ve yerli oyuncu piyasası da uçuk fiyatlardan gidince, bütün takımlar gibi Karşıyaka da tercihini, düşük maliyetleri nedeniyle Amerikalı oyunculardan yana kullanmaya başladı. İsabetli oyuncu seçimleriyle de bilinen takımımız yetenekli üniversite mezunu Amerikalıları kadrosuna katmayı başladı. Fakat bu durum aynı zamanda, Türk oyunculara güvenin azalmasına, Amerikalı yeni mezun genç oyuncuların altyapıya tercih edilir hale gelmesine yol açtı. Bu durum basketbolu yeni tanışmış, fazla geçmişi ve derinliği bulunmayan kulüplerde belki normal karşılanabilir. Fakat Karşıyaka gibi, otuz beş yıldır Basketbol Birinci Ligi’nde oynayan, 1970 yılında daha kimsenin haberi yokken basketbolda özerk şube sistemini hayata geçirmiş olan, Türk basketboluna sayılamayacak kadar çok oyuncu yetiştiren, kurulduğu tarihten bu yana, kuruluş ideolojisi gereği gençleri sporun her dalıyla tanıştırmayı ilke edinmiş bir kulübe yakışmamakta.

Bu parantezden sonra kronolojimize 2002-03 sezonuyla devam edelim. Bu sezon altyapımızdan oyuncumuz olmamasına ragmen kadroyu tamamen değiştirerek aslında hem tecrübeli hem genç hem de yetenekli bir kadro kurduk. Tofaş çıkışlı Cüneyt Erden ve Hüseyin Demiral, ITÜ çıkışlı Orbay Kaya, Buğra ve Burak Gacemer, PTT çıkışlı Ufuk Kaçar. O sezonun gidişatını belirleyen ise yabancılarımız oldu. Corey Louis’in pivot olarak gelişi, arkasından power forvet Damon Thornton ve en sonunda süper skorer, sayı makinesi Dewayne Jefferson transferleri. Bu kadro, ligin tozunu atabileceğini daha ilk maçta gösterdi ve Efes Pilsen’i evimizde 89-80 yenerek lige başladı. Sezonun devamında işler istediğimiz gibi gitmediyse de, ligi 5. sıradan bitirerek play-off a girdik. Ne var ki bu yıl da normal sezonda iyi performans göstermemize rağmen bir türlü başarılı olamadığımız play-off serilerinden birine daha sahne oldu. O sezon, play-off ta üç sezon önceki belalımız Türk Telekom eski adıyla PTT, yine sahnedeydi. Dışarıda kaybettiğimiz ilk maçtan sonra ikinci maçta, yine on yedi sayı öne geçmiştik. Ne olduysa yine takımımız rehavetini engelleyemedi, dolayısıyla farkın kapanmasını da. Maç o kadar farktan berabere gelmiş ve uzatmalara gitmişti. Türk Telekom maçı uzatmada kazanarak 2-0 yaptı seriyi ve bizi play-off tan eledi. O sene elenmemizdeki önemli etkenlerden birisi, Türk oyuncuların giderek azalan katkısı olmuştu. Sadece yabancıların üzerine binen skor yükü ve özellikle de altyapımızdan çıkan oyuncularımızın inisiyatif alamayışı, play-off ta daha ileri gidemeyişimizin ana nedeniydi.

Bu duruma engel olmak için bir sonraki sene takıma daha çok takviye yapıldı. Fakat bir önceki yılki kadromuzu yine hiçbir şekilde elimizde tutamadık. En azından bir iskelet oluşturup ona takviye bile yapamadık. Sil baştan metoduyla, önce tüm Amerikalı oyuncuları değiştirdik. Rusya’ya giden Jefferson’ın yerine Henry Domercant, power forvet pozisyonunda ise Kevin Denard Johnson geldi. İnternetten aratınca asla bulunamayan, Denard olan göbek adını yazınca sınırlı sayıda kaynakla karşılaştığımız bu forvetin, Domercant ile ligin tozunu attıracağı hemen sezonun ilk maçlarında belli olmuştu. Yerli oyuncularımız ise İzmir’den yetişme İnanç Koç, Beşiktaş’tan yetişen Nedim Yücel ve Onur Aydın, Darüşşafaka’da oynarken bize her maç üçlük şov yapan oyun kurucu Mehmet Kahyaoğlu, Oyak Renault altyapısından gelen yapılı kısa forvet Enes Yoldaş, kadromuzda tuttuğumuz tek Türk oyuncumuz Orbay Kaya ve uzun yıllar sonra altyapımızdan A takıma çıkardığımız Mehmet Yağmur oldu. O sezon, yaklaşmakta olan Universiade 2005 oyunları nedeniyle tadilata giren Atatürk Spor Salonu yerine Fuar Celal Atik’te oynadık normal sezon maçlarımızı. O küçük salonun etkisiyle mi, yoksa Karşıyaka taraftarının oyuna olan etkisi mi bilinmez, takımımız o küçük salonda oldukça etkili oluyordu. Hentbol için tasarlanmış, bir pota arkası tribünü sahaya uzak kalan biçimsiz bir salondu Celal Atik. O sezon henüz 16 yaşında sahaya ilk beş çıkan Mehmet Yağmur da mücadelesi ve hırsıyla kalbimizi fethetmişti. Tabii o sezondan akılda kalanlar sadece bunlar değildi. Play-off maceramız nasıl olacaktı? Rakibimiz bir sıra altımızdaki Tuborg’du. İlk maçı vermiş olmamıza rağmen kalan iki maçı alarak Efes Pilsen’in yan finaldeki rakibi olmuştuk. Sonunda çeyrek finalden ötesi, hatta final bile görünür olmuştu. Herkesi heyecanlandıran yarı final ve bahsi bile güzel olan final bütün Karşıyakalıları İstanbul’a akın etmeye adeta mecbur bıraktı. Taraftarımızı aşağıda anlatacağım için detaylara bu noktada girmeyip, sadece Efes Pilsen’e ilk maçta ecel terleri döktürdüğümüzü belirtmekle yetineyim. Ancak bu mutlu başlayan hikâyenin sonu aynı şekilde bitmedi ve tadı damağımızda kalan sezonu yan final oynayarak noktaladık.

Bir sonraki sezona -artık klasikleşmiş bir şekilde- yine kadromuzu koruyamadan girdik. Aslında her sene iyi kadro kuruyorduk. Biraz istikrarımız olsa, kadrolardan birini tutabilsey- dik ve üstüne kadroyu oluşturabilseydik, 2000’li yıllarda en azından bir şampiyonluğumuz muhakkak olurdu. Ertesi sezona hiç de iyi başlamadık. Bir önceki sezonu aratıyordu takımımız. Takımımıza Muratcan Güler eklenmişti. İnanç Koç ve Onur Aydın takımda kalmıştı. ITÜ çıkışlı bir başka oyuncu Ümit Sonkol’u da kadromuza eklemiştik. Genç ve yetenekli olan Ümit kariyerinin başında en doğru durağa gelmişti. Ayrıca çok tanıdık bir isim seneler sonra tekrar formamızı giyecekti. Tam bir şutör kısa forvet olan Faruk Beşok on yıldan fazla bir süre sonra basketbolda parladığı Karşıyaka’ya geri dönüyordu. Bütün bu takviyelere rağmen ligde iyi gidiş bir türlü sağlanamıyordu. Takımın bel kemiği diyebileceğimiz pota altı oyuncularımızdan Panamalı Jaime Lloreda sakatlanmıştı. Uzun süren tedavisi boyunca takımımız oldukça bocaladı. Getirdiğimiz yabancı gardımız Anthony Akins ise Fransa liginden gelmesine rağmen hayal kırıklığı yarattı ve neticede yerini Kevin Brasvvell’e bıraktı. Takım hızla yerine oturuyor ve gün geçtikçe bekleneni yansıtıyordu. Ligde orta sıralarda gezerken Tuborg maçıyla başlayan on maçlık galibiyet serisi her geçen hafta taraftanmızı biraz daha heyecanlandırmaya başlamıştı. Ligde içeride dışanda herkesi yenen Karşıyaka, kupa mücadelesinde ise önce Fenerbahçe’yi, ardından da Beşiktaş’ı yenerek finale yükseldi. Bu Karşıyaka’nın tarihi boyunca Türkiye Kupası’nda oynadığı ilk final olmuştu. İzmir’den Bursa’ya akan binlerce taraf- tannın önünde Karşıyaka kupayı Ülker’e kaptırmıştı. Önemli olan orada olabilmekti. Biz sevinmek için sevmemiştik. O günkü heyecan ve maç atmosferi yeterdi.

    2005-2006 sezonuna bambaşka bir heyecanla girdik. Bu takım ya da oyuncu yüzünden ortaya çıkmış bir heyecan değildi. Nihayet uzun süredir hayalini kurduğumuz salona kavuşmuştuk. Karşıyaka Spor Salonu, taraftarımızın deyimiyle Karşıyaka Arena ışıl ışıl önümüzde duruyordu. Kolay değildi alışkanlıkları bırakabilmek. Bırakamadık da nitekim. Dile kolay işaretlerine neden olduysa da daha sonra endişelerin tamamını sildi. Genç oyuncularımızdan Mehmet Yağmur, Berkay Sahillioğlu, Erdinç Balto gitti. Valentin Pastal, Erhan Yetim, Gökper Gen ve Can Terzioğlu kadromuzdaki genç oyuncularımız oldu. Salonumuza geldiğimizi ilk defa bu sene hissettik diyebiliriz. Hücuma dayalı bol skorlu, heyecanlı ve seyir zevki yüksek oyunlar ve galibiyet ilaç gibi geliyordu taraftara. Müthiş bir çıkış yakalayan Karşıyaka, özellikle de içeride dışanda herkese kafa tutarak, taraftarının gönlünü kazanmıştı. 2007-08 sezonu gerçekten tadı damağımızda kalan bir sezon oldu. O sezonu, Neal’in skor patlamaları, Marshall’ın yürekli oyunu, Hosley’nin kendinden emin haliyle hatırlayacağız. O sene, normal sezonda yapılan tüm yanlışlara rağmen, ligde yan final oynayabilecek düzeydeydi Karşıyaka. Takımımız o kadar iyiydi ki, her hafta transfer haberleri çıkıyor, bütün oyuncularımız bir takıma gidiyordu. Biri gitti diğeri gidecek derken, Gary Neal Barcelona’nm yolunu tuttu. Daha sonra oyun anlayışımız tamamen değişti. Hızlı ve baş döndüren hücum oyunundan çok savunmaya önem veren ve set hücumu üzerinden sayı bulabilen bir Karşıyaka izledik. Efes Pilsen ile play-off ta eşleşip, deplasmanda yenerek 1-0 öne geçmemize rağmen bunu koruyamadık. Bakıldığı anda diğerlerinden farkı olmayan bir sezon gibiydi. Sadece play-off a girmiş ve biraz heyecan yaşamıştık.

    1990 ve 2000’li yıllarda, Karşıyaka basketbolu önemli bir dönüşüm sürecinden geçti. Bu süreçte yakalanan kısa dönemli bazı başarılara rağmen genel bazı yönetim zafiyetlerinden de söz etmek mümkündür. Bu olayın nedenlerini de incelemekte yarar var. Geçmişteki hatalarımızdan ders çıkarabildiğimiz ölçüde, gelecekte başarılı olabiliriz. Öncelikle yapılan en temel yanlış, altyapıya öncelik veren sistemi terk etmek olmuştur. Her ne kadar Karşıyaka altyapısı çok sayıda oyuncuyu basketbol dünyasına kazandırmaya devam ediyorsa da, ’90’lardan sonra bizlere zamanında şampiyonluğu getiren disiplinli ve planlı çalışma anlayışına yeteri kadar önem verilmemiş, basketbol altyapımızın kan kaybetmesine engel olunamamıştır. Öte yandan, gün geçtikçe büyüyen bir sektör olan ve neredeyse bütün spor dallarının otuz beş senedir kullandığımız Atatürk Spor Salonu’na veda etmiştik. Daha büyük daha ferah ve modern bir salona geçmiştik Mavişehir’de, semtimizin içinde. Fakat bu salona geçerken de özlenen ve beklenen, bu heyecana yakışır bir takım kurulamamıştı. Değişen bir şey olmamış, yabancıların performansına bağlı Karşıyaka, genç ve tecrübesiz oyuncularla yoluna devam etmek durumunda kalmıştı. Şartlar ne olursa olsun, orası KARŞIYAKA’ydı. Oldukça genç bir kadroyla mücadele ediyorduk. Genç ama savaşan bir takım vardı. Muratcan Güler ve İnanç Koç önderliğinde, Ümit Sonkol, Mehmet Yağmur, Erhan Yetim, Gökper Gen, Volkan Çetintahra ve Özcan Sürücü gibi çok zayıf yedek bankına sahip bir takım vardı karşımızda. Bu sezon da her sezon olduğu gibi unutulmaz maçlara imza attık. Play-off tan uzak kaldığımız bu senede, her şeye rağmen son ana kadar şansımızı zorladık.

    2006-2007 sezonunda Muratcan Güler Türk Telekom’un yolunu tuttu. İnanç Koç’un önderliğinde, üç sezon sonra bırakmak zorunda kaldığı takıma geri dönen Nedim Yücel, Ülker ile final oynadığımız sene Ülker kadrosunda bulunan Umut Yenice takımın tecrübeli isimleriydi. Bunun dışında iyi bir oyun kurucu İkilisi vardı. Henüz yeni oynamaya başlayan Berkay Sahillioğlu ve artık iyice tecrübelenen Mehmet Yağmur takımı sırtlıyorlardı. Efes Pilsen altyapısından yetişen Serhat Çetin’in performansı umut veriyordu. Yabancılarımız Roy Booker ve Daniel Horton beklenileni vermekten çok uzak kalırken, Marcus Slaughter ise pota altı canavarı olmuştu. Daha sonra getirilen Alvin Snow tam bir sokak basketbolcusuydu ve taraftara oynamayı biliyordu. Bu sezon yaşadığımız şutör oyuncu sıkıntısını herhalde çok az yaşamışızdır. Bir türlü istediğimiz oyuncuyu bulamayışımız bize bir sezona mal oldu.

   Ertesi sezon yine en baştan başladık. Bu sefer işe Barış Ermiş’i transfer ederek koyulduk. Yıllarca kızdırarak etkisiz hale getirdiğimiz Asım Pars da bu sezon üzerine yeşil-kırmızılı formayı giydi. Ligteki yabancılarımız ise kupaya birkaç gün kala değişti. Sean Marshall ile anlaşıldıktan sonra, Gary Neal ve Quinton Hosley getirildi. Bu son dakika değişikliği öncelerde soru toplamından daha büyük paraların döndüğü futbolda, mücadele etmenin zorluğunun artmasıyla birlikte, bütçeler yetmez olmuş ve futbola sürekli bir kaynak arayışına girilmiştir. Bu uğur- da, bir spor kulübü olan Karşıyakamızın diğer branşları da ihmal edilmeye başlanmıştır. Özellikle de kulübün düzenli bir geliri olmamasından dolayı, yakın zamana kadar hâlâ gerek yetiştirdiğimiz gerekse de keşfettiğimiz oyuncuların değerlenmesinden istifade edilerek satılması, yapılan zincirleme yönetim hatalarının son halkasıdır. Bir diğer yanılgı ise, düşük maliyetli Amerikalı oyuncu arayışına yönelmek, hatta yönelmekten çok bu oyunculara bel bağlamak olmuştur. Basketbolda Amerikalı oyuncuların bütün dünyada, 80’lerden sonra ülkemizde de çok popüler olduğu bir gerçek ve her kulübün kadrosuna getirdiği yetenekli oyuncuların örneği çok sayıda var. Bu gerçek yadsınamaz ama bir yerden sonra maalesef bütün ümitler bu oyunculara bağlanır hale gelmiştir. Karşıyaka’nın basketbolü her daim bilen yöneticileri olduğundan Amerikalı seçimleri özellikle isabetli olmuş ve önemli skorer oyuncular kadromuzda yıllarca yer almıştır. Üniversiteden mezun olmuş bu gençleri bulabilmek önemli bir avantaj olduğu gibi, yıllar içinde zararları da olduğu gerçektir. Özellikle bizim gibi basketbolsever bir camianın Türk oyunculara güvenerek değil, her sene seçtiği Amerikalılara bağlı olarak ayakta durması herhalde bütün Karşıyakalıları üzen bir durumdur. Büyük uğraşlarla seçip bulduğumuz Amerikalıların, süper performanslar göstererek elimizde tutamayacağımız meblağlar istemesi ki bu konuda aç gözlü menajerlerin de büyük kabahatleri var- ve ayrıca kulübümüzün de yeterli bütçesinin bulunmayışı dolayısıyla kaynak yaratmak amacıyla eldeki oyuncuların satılışı, her sene yeni baştan kadro kurulması, yeni oyunculara gereğinden fazla ümit bağlanması ve istikrardan uzak, kısa vadede başarılı olunmak istenmesi, günün kurtarılması gibi hedeflerle yola çıkılması bütün taraftarlarımızı üzmektedir. Bunlar özellikle Karşıyaka gibi Türkiye’de basketbola özerk şube’yi kazandırmış bir kulübe yakışan politikalar değildir.

 Daha önce METAŞ, Tuborg gibi sponsorluklar almış olan Karşıyakamız, 1997 yılında, Pınar ile hâlâ sürmekte olan bir sponsorluk antlaşması yapmıştır. Bu anlaşma daha doğru bir deyişle, kulübümüze büyük emekleri ve yardımları bulunan büyüğümüz Selçuk Yaşar’ın sağladığı bir parasal destektir. Bu paranın maalesef özerk sistemi terk ettikten sonra gelmiş olması da bir talihsizliktir. Basketbol takımının sponsorluğu adı altında, Selçuk Yaşarın büyük özveriyle yaptığı yardımları yeterince denetlememesinden dolayı olsa gerek, maalesef çoğu zaman, kulübümüzce kötü kullanılmış, kulübümüze katkı sağlayacak projeler hayata geçirilmemiştir. Aslında, şampiyonluk senesinden bu yana, kötümser bakış açısıyla kulübümüzü irdelediğimizde, karşılaşacağımız sonuç, yukarıda saydığımız hatalarımızla özetlenebilir.

    Tam da bu noktada altı çizilmesi gereken çok önemli bir nokta Karşıyaka seyircisinin basketbol ile olan ilişkisidir. Özlediğimiz ve hayalini kurduğumuz 1987 yılının Nisan ayındaki o büyük başarıya yeniden ulaşma yolunda, o günlere tanık olanlar ile o günleri büyüklerinden dinlemiş olanların müthiş bir şekilde kenetlendiği bir tribündür Karşıyaka tribünü. Anadolu semalarının en renkli seyirci gruplarında birini oluşturmakta ve bıkmadan her sene sevdasının peşinde koşarak vefanın en büyüğünü göstermesi bakımından nadir bir örnek teşkil etmektedir. Yaşanan nice hayal kırıklığı ve başarısızlığa inat, takım sevgisinin en güzel örneğini göstermekledir. Karşıyaka taraftarı, salon sporlarındaki benzersiz kültürü ve her zaman verdiği müthiş desteğiyle son derece nadir bir örnektir. Tribünlerde söylediğimiz “Biz herkesten farklıyız, Kaf Sin Kaflıyız” söylemi boşuna değil. Türkiye’deki diğer kulüplerden farklı olarak Karşıyaka taraftarı sadece futboldaki başarıya bakmaz. Diğer branşları da yakından takip eder ve tüm branşlarıyla da gurur duyar. Altyapısındaki genç tenisçilerden, yelkencilerden profesyonel futbol takımına kadar formasını giyen her sporcusuna sahip çıkar. Çok sayıda kupası olmamasına rağmen, kulübünü bu kadar seven ve her koşulda destekleyen taraftarın bir örneği yoktur.

Yıllardan beri süregelen Karşıyaka basketbol ekolünde taraftarının yeri yadsınamayacak kadar büyüktür. Ülkemizde üst düzey hemen hemen tüm futbol maçları ilgi görür ve dolu tribünlere oynanır. Ülkemizin tek popüler sporu olan futbola son birkaç yılda basketbolü da ekleyebiliriz. Kimilerinin daha çok yeni tanıştığı basketbolla yaklaşık 60 yıldır iç içe olan bir taraftardır, Karşıyaka taraftarı. Taraftar, özellikle takımın kötü gittiği zamanlarda verdiği olağanüstü destekle takıma güç vermiş, kimi zaman ligde kalmasında pay sahibi olmuş, kimi zaman da play-off a girmesini sağlamıştır. Taraftarın kazandırdığı maçların örneği gerçekten sayısızdır.

Karşıyaka taraftarı, Avrupa’da bile eşi benzeri az olan, oyuna direk etki edebilen taraftar tipine örnektir. Direk etki nasıl olabilir? Ancak o salonu dolduran herkesin, oyundan haberdar olmasıyla, kuralları iyi bilip, kararları hakemlerden önce söylemesiyle olabilir. Bu bir deneyim işidir. Bu uzun bir sürecin, bir kültürün sonucudur. Bu süreç hâlâ devam ediyor, hep de edecek gibi. Taraftarımız, Türkiye’de boyalı alanda topu biraz tutunca “üç saniye” diye hakeme tepkisini gösteren tek taraftardır. İstanbul takımlarının Euroleague maçlarında bile salonu dolduramadığı, tribünlerin biraz kalabalık olduğu maçlarda da toplama seyirci ile değirmenin döndürülmeye çalışıldığı bir ortamda Karşıyaka taraftarının ayrı bir yeri vardır.

Karşıyaka’nın yukarıda bahsettiğimiz uzun süren buhranlı dönemleri ligden düşmeden ve hasarsız olarak atlatmasının en önemli sebebi, iyi kötü demeden her maçta Atatürk Spor Salo- nu’nu dolduran taraftarıdır. Sistemsizliğin sistemimiz olmaya başladığı yıllarda, başarısızlıklarda bile taraftarımız eksilmiyor, birkaç yüz kişiye oynayanlara inat her maça binlerce kişi geliyor, binlercesi de zaman zaman dışarıda kalıyordu. Hele ki bazı yıllarda yakaladığımız kısa süreli başarılar büyük heyecana sebep oluyor, sadece İzmir’i değil tüm Türkiye’yi ayağa kaldırıyordu.

Bu noktada gelin uzun yıllar tribünümüzde bulunmuş, İzmir, deplasman demeden bütün maçlara gitmiş taraftarların, 80 li yıllardaki Karşıyaka basketbolü fırtınasına değinmelerine ve o yıllardan hatıralarında kalanlara bir göz atalım. Mesela çok uzun yıllardır tribünde bulunan, bir süre basketbol şubemizde de görev almış, İstanbul’da yaşayan Karşıyaka sevdalılarından Yusuf Güven’in Karşıyaka basketboluyla tanışması kendi anlatımıyla şöyle:

 

“Hayatımda gittiğim ilk K.S.K basketbol maçı 1979 yılında, Ankara’da Ziraat Fakültesi-Karşıyaka maçıydı. O yıl babamın görevi nedeniyle Ankara’ya taşınmıştık. Ankara Anadolu Lisesi öğrencisi olarak okulun basket takımı için kuvvetli bir adaydım. Okul takımı antrenörümüz PTT altyapı antrenörüydü. Bizi maça götürerek basketbola ısınmamızı sağlamaya çalışırdı. O gidişlerimden birisinde denk geldim tamamen yeşil kırmızıya bürünmüş ağabeyler grubuna. Sayılan fazla değildi belki ama Karşıyaka sahaya çıkınca salonun geri kalanını susturmayı başarmışlardı. Bu ağabeylerden oluşan grupla takım arasında telepatik bağ vardı sanki. Salondaki herkesin görüp, hissedebileceği kadar netti bu bağ. Oyuncularla adeta maçı oynuyorlar, maçı yaşıyorlardı. Yarattıkları atmosfer o kadar büyüleyiciydi ki ben maçın ikinci yarısında o gruba çoktan dahil olmuştum. Dışarıdan göründüğü gibi, o sayıca az kalabalık maçı tam anlamıyla yaşıyor, ribaunt için beraber zıplayıp, sayılara da hep beraber seviniyorlardı. Zaten maçın galibi Karşıyaka da maç biter bitmez bu işi beraber başardık dercesine tribünlere geliyor ve galibiyeti taraftarlarıyla kutluyordu. Ertesi yıl İzmir’e döndüğümüzde, iki haftada bir bütün randevularımı Alsancak’a vermeye başlamıştım. O yıl başlayan Karşıyaka- Göztepe rekabeti bile, Karşıyaka basketbol maçları zamanı bitiyordu. Karşıyaka gururla temsil ediyordu İzmir’i. O yüzden bütün İzmirliler, Karşıyaka basketbol maçlarında hep beraber oluyor ve Karşıyaka’yı destekliyorlardı. O yıllarda Karşıyaka tribünlerinde, İzmir’in iki köklü okulu Atatürk Lisesi ve Bornova Anadolu Lisesi sıkı rekabet içindeydi. Maçlarda daha çok destek olabilmek için bile birbirimizle yarışırdık. Rekabetimiz çok fazlaydı ama Karşıyaka maçında tüm akan sular dururdu. Bir sezon Karşıyaka-Muhafızgücü maçı için hem Atatürk Liseliler, hem de biz çok iyi hazırlanmıştık. İki okulun da destekleri sonucu maçı 100’den fazla bir skorla kazanmıştık. O maçta yakılan ateş, dönüm noktası oldu. İki okulun öğrencileri de Karşıyaka basketbol maçlarını kaçırmaz oldu. Birbirimizle rekabet etmek yerine birleşince gücümüz katlanıyor ve takıma inanılmaz destek olarak büyüleyici bir atmosfer yaratıyorduk O zamanlar tabii rekabetimiz hiç düşmanlık düzeyinde değildi. Rekabetin yanı sıra hepimiz futbol tribünlerinde de bulunan arkadaşlardık. Rekabetimiz sadece basketbol tribünüyle sınırlıydı. O yıllarda bu iki okulun öğrencileri dahil herkes büyük bir heyecanla maçlara gidiyor ve her maçı tıklım tıklım dolu tribünlere oynuyorduk. Karşıyaka taraftan eşi benzeri olmayan bir şekilde bütün maçlarda salonu dolduruyor ve inanılmaz destek veriyordu. Bir Çarşamba günü, Karşıyaka taraftan olarak yine görevimizi yapmak üzere gündüz vakti salona gelmiştik. Önce voleybolda Avrupa’da çeyrek final maçını oynayacaktı erkek voleybol takımımız. Rakip Iraklis’ti. İlk maçı 3-1 kaybetmiş olan takımımız, müthiş bir konsantrasyonla oynadığı maçı 3-0 ders vererek kazanıyordu. O atmosferde Iraklis’in zaten şansı yoktu, inanıyorduk ki aynı atmosferde Eczacıbaşı da buradan mağlup aynlacaktı. Tam o anda olan bir olay bile taraftarımızın desteğini azaltmadı. Son derece kuvvetli bir deprem İzmir’i sallamıştı ama bizleri yerinden edememişti. Dışanda binlerce kişinin kaldığı ve salona giremediği günde içerideki şanslı birkaç bin kişi olarak çıkmaya niyetimiz yoktu. Salonu kimse terk etmedi. Eczacıbaşı maçı başladığında, sanki az önce kendilerini yırtarcasına bağıranlar yine aynı taraftarlar değilmiş gibi inanılmaz bir destek başladı. Çok fazla gürültü vardı. Verilen muhteşem desteğe rağmen, Eczacıbaşı bizi yine de yenmişti. Onları alkışlayarak uğurladık.”

İlerleyen yıllarda Karşıyaka gittikçe daha başarılı oluyor, haşan geldikçe de Karşıyaka maçlarının popülaritesi de artıyordu. Karşıyaka Basketbol Altyapıdaki arkadaşlarımız cumartesi günleri eşofmanlarını giyer dolaşırlardı. Gittikçe artan başarılarımızın taçlanmasına çok az kalmıştı. 1983-84 sezonunda Efes Pilsen ile final oynayacaktık. O günlerde peşinden her yere gittiğimiz Karşıyaka’mız için İstanbul Spor Sergi Sarayı’na koşmuştuk. Salonun yansı bize aitti. Yüzlerce taraftarımızla akın ettiğimiz maçta, daha önce basketbolda deplasmana gelen seyirci görmemiş İstanbullular ve basketbol camiası bizleri şaşkınlıkla izlemişti. O sene finali 2-1 kaybetmiştik. Fakat final serisinden bir yıl sonra altyapıda gelen Gençler Türkiye Şampiyonluğu bazı şeyleri müjdeler gibiydi. Ediz, Asım, Ziya, Suat, Nihat beşiyle oynayan Karşıyaka, Orhun, Rüçhan, Yusuf, Tamer, Ömer beşiyle oynayan Eczacıbaşı’nı yenerek şampiyon olmuşlardı.

   Artık Karşıyaka şampiyonluk rotasına girmeye başlamıştı. Yıllardır, tamamı Karşıyakalı gençlerden oluşan kadrosuyla önüne geleni deviriyor, bizleri de her yere sürüklüyordu. O sene pek çok kuvvetli takım vardı ama en güçlü adaylardan birisi Beşiktaş’tı. Beşiktaş forması giyen sayı kralı Erman Kunter’e İzmir’deki maçta öylesine bir gürültü çıkardık ki, serbest atış yüzdesi çok iyi olan Erman iki atışı birden kaçırdı. Yaptığımız olumsuz etkiyle Erman’a kaçırtmayı başarmıştık. O seneki maçı da bir sayı farkla kazandık. O sene artık taraftarların heyecanı hat safhadaydı. Her maç inanılmaz kalabalık oluyor, salon tamamen doluyor hatta taşıyordu. Nitekim 1986-87 sezonunu şampiyon olarak kapadık. Gerçekten unutulmazlarla dolu bir sezondu. Yeni nesil kardeşlerimin de o keyifli anlar yaşamasını dilerim.”

  Karşıyaka taraftarını en iyi anlatma yolunun, dışarıdan birisinin bakış açısını aktarmakla olabileceğini düşünerek, işe basketbol camiasından insanlarla devam ediyorum. 1999-2000 senesinde, yazının başlarında da değindik, Koraç Kupası maceramız Telekom’a elenerek sona ermişti. O seriden hemen sonra Türk Telekom teknik kadrosu zamanın popüler basketbol programı Asist’e konuk olmuştu. Telekom’un sıradaki rakibi Aris’ti. Murat Murathanoğlu yardımcı antrenör Zafer Kalaycıoğlu’na önlerindeki zorlu Aris deplasmanını sordu. Aris’in ateşli bir taraftar grubuna sahip olduğunu belirtti. Zafer Kalaycıoğlu ise soruyu “biz Karşıyaka deplasmanından çıkmayı başardık. Karşıyaka taraftarı Aris’ten çok daha fanatik, biz çok daha zor bir engeli aştık. O yüzden korkmuyoruz” şeklinde yanıtladı. Bir başka örnek de daha henüz yakınlarda yayınlanan Efes Pilsen belgeselinden. Mithat Bereket’in çektiği belgeselin bir yerinde yine yukarıda değindiğimiz, 1983-84 sezonundaki finali anlatıyor. Burada deplasmana gelen yüzlerce Karşıyaka taraftarından bahsediyor ve o zaman ekranda, Efes Pilsen'in eski antrenörlerinden Faruk Akagün’e Karşıyaka deplasmanı soruluyor. Kendisi de Türkiye salon sporlarında her zaman en zor deplasmanın İzmir deplasmanı ve Karşıyaka maçları olduğunu söylüyordu. O belgeseli çeken gazeteci Mithat Bereket de bir röportajında, eski basketbolcu olduğunu ve her İzmir’e gelişlerinde, çok ateşli bir taraftarın olduğunu vurguluyordu. Dışarıdan Karşıyaka basketbolünü ve taraftarını değerlendirenler, Karşıyaka taraftarının takımına son derece bağlı olduğunu ve eşi benzeri olmayan bir destek verdiklerini söylerler. Gerçekten de öyledir. Karşıyaka taraftarının basketbol sevgisi benzersizdir.

Kısaca özetlemek gerekirse, Karşıyaka basketbol liginde her zaman, her türlü güçlüğe karşı koymayı bilmiştir. Kurduğu sistemin iyi işlemesiyle Türk basketbolünün en büyük oyuncu fabrikalarından birisi olmuştur. Gerek coşkulu taraftan, gerekse basketbol için mevcut güzel ortamı ile pek çok yabancı oyuncuyu yıldız mertebesine getirmiş, kariyeri düşüşte olan oyunculara hayat vermiş, altyapısından pek çok genci Türk basketbolünün hizmetine sunmuştur. Türk gençliğini yaklaşık bir asırdır sporla tanıştıran Karşıyaka Spor Kulübü, köklü geleneği ve yerleşik spor kültürüyle ülkemizde sporun her alanında öncü olmaya devam edecektir. Bu yüzden Karşıyakalı olmak gerçekten iftihar edilecek bir taraftarlık olayıdır. Türk basketbolünün aynası olan Karşıyaka basketbolünü hem Türk hem de dünya basketbolünden örneklerle anlatmaya çalıştım. Geçmişte yaşanan güzel günlerimizin en yakın zamanda tekrarlanması hepimizin dileğidir. Karşıyaka Spor Kulübü’nün bunu başarabilecek potansiyeli mevcuttur. Tek yapılması gereken, kulübümüzün büyük hedefler belirlemesi ve bunlara ulaşacak programları kararlılıkla uygulamak istemesidir. Nice büyük zaferlerimizi tarihin yazması dileğiyle...